Kuzey Denizi sahilindeyim. Yağmuru yeni dinmiş, serin, nemli ve kasvetli bir havada, kül rengi göğün altında uçurtma sörfü için rüzgârın oturmasını bekliyorum. Sabah yirmibeş deniz mili esen güney batılı rüzgâr yorulmuş. Uçurtma sörfçüsü birkaç arkadaşımla, plaj restoranının camından bakıyoruz, gözümüz ikide bir Zandvoort sahilinin çamur rengi serin sularında.
Deniz şaha kalkmış, hırçın görünümlü… Daha dün bu deniz değil miydi karşımızda usulca parıldayan… Sığ Kuzey Denizi’nde dalga periyotları kısa ve frekansı ise düzensiz. Farklı bir parkurda sörfe çıkmadan önce denizi gözlemlemek ve dalgaları okumak şart. Birinci kuralı hatırlayalım; deniz ile doğaçlama oynanmaz.
Rüzgârın telaşı da bizim telaşımız gibi zaman geçtikçe daha artıyor. Köpüklü sular, 3 metreyi bulan dalgalar biraz sonra bizler için eğlenceli bir su parkına dönüşecek. Bugüne değin uçurtma sörfüne dair ne kadar deneyim edindiysem bu parkurda kullanmam gerek. Heyecanlı hatta belki de biraz gerginim. Suyun sıcaklığı ise yazın sonuna doğru 20 dereceye yaklaşıyor. Dışarısının sıcaklığı 19 derece olduğundan fazla üşümemek adına biraz kalın olsa da 5/4 mm kalınlığındaki balıkadam dalış giysisi tercih ediyorum.
Uçurtma sörfü tutkunlarının havada birer kelebek gibi süzülen rengârenk uçurtmaları, fırtınaya rağmen sahile canlı bir atmosfer kazandırmış. Deniz ile kucaklaşmaya hazırım. Teker teker uçurtmalarımızı kaldırıp, sörf tahtalarımızı ellerimize alıyoruz. Paslı sarı renkteki kadifemsi kumların üzerinden denize doğru adımlarımı sıklaştırıyorum. Aceleci ayaklarım rüzgârın savurduğu kum taneciklerinin hedefinde. Uçurtmama dolan sağanak rüzgâr ile ayaklarımın dibine vuran deniz aynı ana denk geliyor. Çevreme bakıyorum, waterstart (sudan yapılan kalkış) için uygun bir anı seçiyorum. En az doksan dakika sürmesini planladığım mutluluğun başlangıcı, işte tam da bu an. Sözcüklerle anlatılması zor bir his… Suda aniden beliren köpüklere doğru hızlıca kaymak ve ardı arkası kesilmeyen dalgaları birer birer aşmak… Nihayet suyun üstündeyim ve sahilden hayli uzaklaştım. Karaya dair ne varsa hissettiğim, şimdilik geride kaldı. Asıl olan şu anda sadece ben ve deniz.
Denizi seviyorsan…
Dalgalar 3 metreye kadar yükseliyor, bazıları kırılıyor bazıları kırılmadan yoluna devam ediyor. Zamanlamayı doğru yapamazsam dalga üzerime kırılır. Korkulacak bir durum yok. Kuzey Denizi dalgaları Güney Afrika’ya kıyasla çok daha insaflı. Sonuçta oynadığımız oyunda, kuralları koyan üstadın kim olduğu belli. İşte büyük bir dalga geliyor! Hızım dalgayı aşmaya yetecek mi? Sanmıyorum… Kabaran deniz ile gökyüzü birleşiyor ve her yanımı sarıyor. Dalga şiddetle üzerime kırılıyor, içinden çıkan beyaz köpükler her yanımı sarıyor. Suyun içinde dönüyorum. Ne tuhaf! Arada bir gördüğüm manzara deniz mi gökyüzü mü? Şu ileride beliren büyük dalga bari biraz önceki gibi üstüme kırılmasa da, biraz soluklanmama müsade etse. Suyun içinde beklerken dalgalar ne kadar göz korkutucu, hepsi birer birer duvar gibi üzerime kapanıyor. Bunca şey anlık olup biterken ‘’umarım uçurtmam suya düşmez’’ diye içimden geçiriyorum. Yarım dakikada içinde bulunduğum durumdan beni çekip çıkaran yine havada asılı duran biricik uçurtmam oluyor. Tekrar suyun üzerinde dalgalar ile dans etmeye devam ediyorum.
Ruhum deniz üzerinde daha fazla vakit geçirmek istiyor ancak kaslarım beynimden gelen komutlara tam zamanında karşılık veremeyecek kadar yorgun. Artık sörf seansını bitirme zamanı. Zaman büyülü bir çabuklukla geçmiş. Dalgalar ile boy ölçüşüp boyumun ölçüsünü de almışım, önüme duvar gibi örülen dalgaları tam yerinde bir hamleyle dize getirmişim de. Tıpkı hayattaki gibi.
Sınırlarımı zorladığım seans sonunda yaşamımı renklendiren minnet dolu bir mest olmuşluk hali yaşarken, Friedrich Nietzsche’nin dizeleri hatırımda. “Denizi seviyorsan dalgaları da seveceksin, uçmayı seviyorsan düşmeyi de seveceksin.’’
elifgunsel@yahoo.com
Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/pazar_yazilari/1569279/Kuzey_Denizi_nde_sorf.html adresinden alınmıştır